Şu ana kadar aşk ve cinselliğin biyolojisi ve kimyasıyla ilgili büyük bir külliyat oluştu. Bu külliyata dalınca, hayatlarımızın çok çeşitli derin bilinçaltı süreçlerle yönlendirildiğini çabucak öğreniyorsunuz. Erkekler baba olunca, testosteron seviyeleri ve cinsel enerjileri de düşer. Bunu bebek kokusunun (kendi bebeklerinin) tetiklediğine dair bazı kanıtlar var. Öte yandan, kadınların tercihleri adet döngüsüne göre değişiklik gösteriyor. Bazı araştırmalara göre kadınlar yumurtlama döneminde yakışıklı ama bakımsız ve tehlikeli erkekleri tercih ederken, diğer zamanlarda hoş görünümlü ve sevimli erkekleri daha cazip buluyor. Erkekler çıplak kadın fotoğraflarına baktıklarında, yüksek seslere verilen irkilme tepkisi zayıflıyor. Ani "dopamin" artışı prefrontal korteksi susturunca, risklere karşı daha tepkisiz oluyorlar. Bu külliyat bazen aşkın derin ve dönüştürücü gücünü bir dizi çiftleşme stratejisine indirger. Ama aynı zamanda, günümüzün psikoloji ve bilişsel bilim literatürünün büyük kısmında olduğu gibi, insan doğasına ilişkin belli bir görüşü güçlendiriyor. İçimizde birbiriyle bağlantılı iki sistem vardır. Varlığımızın özünün derinlerinde, evrimin yerleştirdiği bilinçdışı doğal süreçler bulunur. Bu derin ve bilinçdışı süreçler bizi üremeye, ilerlemeye veya belli biçimde düşünmeye yöneltir. Bunların üzerinde bilinçli ve akılcı süreçler vardır. Bu üst katman biraz sınırlama yapmak ve yürütme görevini yerine getirmek için elinden geleni yapar. Bu evrimsel açıklama bizim kendimizi anlamamızın temel yolu oldu. Bizler esasen, bilinçdışı içgüdüleri ve dürtüleri olan memelileriz. En üstte görece yeni bir mantık katmanı bulunur. Ama birinin derin bir kişi olduğunu, engin bir aklı veya kalbi olduğunu söylediğimizde, onun hayvansı veya dürtüsel olduğunu değil de tam aksini kastederiz. Birinin derin bir kişi olduğunu söylediğimizde, onun ruhani ve kalıcı şeylere odaklanarak huzurlu ve güven telkin eden bir zihne sahip olduğunu belirtiriz. Deruni bir karakteri olan kişinin belli özellikleri vardır: Zihinsel açıdan, temel konularda değişmez görüşleri bulunur; duygusal açıdan, bir dizi koşulsuz sevgi besler; eylemsel açıdan, tek bir ömür süresi içinde tamamlanamayacak yüce projelere daima bağlı kalır. Derunilik hakkındaki bu söylemsel anlayışta gizli olan bilgelik bizi, evrimsel biyolojiden devraldığımız insan doğasına ilişkin bakışı değiştirmeye yöneltmeli. Özellikle de köken ve derinlik arasında keskin bir ayrım yapmalıyız. Bizler belli biyolojik eğilimlerle dünyaya geliriz. Bunlar arasında erotik eğilimleri (doğurganlık veya statü işaretleri veren kişilerden tahrik oluruz) veya bilişsel eğilimleri (kayıptan kaçınmak gibi) sayabiliriz. Ama derinlik, yani varlığımızın özü zaman içinde geliştirdiğimiz bir şeydir. Bizler benliğimizin en temel parçasını ya daha istikrarlı ve kontrollü ya da daha parçalanmış ve düzensiz hale getiren ilişkiler kurarız. Hayata doğal önyargılarımızla başlarız, ama kendimizi adadığımız şeylerin niteliğine göre kendi derinliğimizi oluştururuz. Kökenimiz doğal, düşünce ve eylemle biçimlenen derinliğimiz ise insan yapımıdır. Derinlik olarak nitelediğimiz şeyin büyük kısmı, özgürce seçilen acılarla inşa edilir. İnsanlar kendilerini bir ülkeye, inanca, mesleğe veya sevdikleri kişilere adar ve bu adanmanın gerektirdiği fedakârlıklara katlanır. Bu derinlik çoğu kez, evrimsel eğilimlerle mücadele ederek inşa edilir. Teolog Paul Tillich insanların ıstırap anlarında, göründükleri kişi olmadıklarını anladığını söylemişti. İnsanların içindeki bir yeri kazıyan ıstırap daha derin bir tabakayı ortaya çıkarır, bu tabaka kazınınca da ondan daha derin olan bir başka katman belirir. Bebeklerin deruni bir yapısı olmaz. Ama yaşlı insanlar -hayatlarını nasıl sürdürdüklerine bağlı olarak- derin olabilir. Bebekler hayata çok doğal özelliklerle başlar. Hayran olduğumuz kişilerin kökleri doğada olsa da, onlar bu doğayı aşar. Bunlar genelde, önlerindeki olasılıklara bizim bugün baktığımızdan daha yüce bir açıdan bakmalarını teşvik eden kültürlerde yetişir.
DAVID BROOKS