Bu efsaneye göre At meydanı'nda bulunan Dikilitaş'ın dibinde bakırdan tılsımlı bir el varmış.
Hangi tüccar İstanbul'a mal getirecek olsa doğrudan Dikilitaş'a gider , mala biçtiği değerin tutarını elin içine koyarmış. Bu bakır el malın gerçek değerini avucunu kapatarak bildirirmiş.
Günlerden bir gün , Anadolu'dan gelen bir tüccar satmak üzere yanında getirdiği bir atla birlikte Dikilitaş'a gelmiş ve atın bedelini söylemiş. " On bin akçe " Sonrasında bakır ele parayı saymaya başlamış. Ancak konulan para kırk akçeyi bulduğunda el kapanmış. At tüccarı bu duruma çok öfkelenmiş. "Kırk akçe ne demek ben bunu on bin akçeye bile vermem. Ben bu eli şöyle yapar böyle ederim diyerek öfkeyle sövüp saymış sonra da hırsını alamayıp bir vuruşta eli kırmış. Çevredeki kollukçular derhal adamı yakalayıp boynunu vurmuşlar. İki gün geçmeden de at ölmüş derisi de kırk akçeye satılmış.