MISIRLILARIN ÇOĞU, ÜLKELERİNDE ve çevre ülkelerde siyasi değişim için artan bir hareketlenme olduğunu söylüyor. Değişim talepleri ise İslamcılık benzeri belli ideolojilerle giderek daha az bağlantılı hale geliyor. Uzmanlara ve eylemcilere göre, insanları Tunus ve Mısır'da hafta boyunca sokaklara döken etkenler, çok daha önemli ve birleştirici: Devletteki yolsuzluğu bitirmeye, hukuk devletini kurmaya ve ekonomik sıkıntıları hafifletmeye yönelik somut talepler. Hafta boyunca Kahire'de ve Mısır genelinde on binlerce protestocunun polisle çatışması ölümlerle sonuçlandı. Tunus'taki olaylardan etkilendiğini söyleyenlerin de içlerinde bulunduğu hükümet karşıtı Mısırlılar, polisleri onurlandırmak için ilan edilen bir ulusal tatili "devrim günü"ne çevirmeye çalıştı. Göstericiler, Hüsnü Mübarek'in 30 yıllık iktidarının bitmesini talep ediyor. 22 yaşındaki Hukuk öğrencisi Muhammed Eşref, beyaz kazağına bulaşan kanın bir polis memuruna ait olduğunu söyledi. O da diğer göstericiler gibi, Tunusluları sokağa döken eski ve baskıcı bir rejimin yarattığı derin hayal kırıklıklarından bahsediyor. Bunlar yaygın yolsuzluk, adaletsizlik, yüksek işsizlik ve devletçe tanınan onurlu bir yaşam olanağının yokluğu. Eşref, "Devletimiz adaletsiz. Mutsuzum. Devlet halka çok kötü davranıyor" diyor. İki saatlik yoldan gelerek gösteriye katıldığını söyleyen Vissam Abdülaziz adlı genç kadın doktor, "Hükümeti ve tüm rejimi değiştirmek için geldim" dedi. Mübarek iktidarında bugüne kadar görülen bu en büyük sokak gösterilerinin arkasında, böyle düşünceler var. 43 yaşındaki Micahid Mellici, ülkenin en geniş muhalif grubu olan yasaklı Mısır Müslüman Kardeşler örgütünde yıllarca çalıştıktan sonra, üç yıl önce hayal kırıklığı içinde ayrılmış. Mellici, "Herkesi rahatsız eden bu kâbustan kurtulana dek, ideoloji şimdilik geri planda. Kâbus derken iktidardaki partiyi ve mevcut rejimi kastediyorum. Bu rejim herkesin kâbusu" dedi. 1979'daki İran devriminin İslam dünyasına tanıştırdığı siyasi İslam'ın gücü, hem yerleşik rejimleri hem de Batı dünyasını korkuttu. Bölge genelindeki halklar üzerinde hâlâ güçlü bir etkiye sahip olan bu ideoloji, cihatçı hareketlere savaşçı sağlamaya devam ediyor. Ancak tıpkı daha önceki Arapçılık ve sosyalizm gibi, Ayetullah Ruhullah Humeyni İran'ının siyasi İslam'ı ile El Kaide ve Usame Bin Ladin'in köktenci ideolojisi, Ortadoğu'da zorbalığın kalesi olan rejimlerde yaşayan milyonlarca insana somut yararlar sağla mayı başaramadı. Bu başarısızlık ve Tunusluların hükümeti devirmekte umulmadık şekilde başarılı olması, bazılarının Arap dünyasında değişimin en iyi nasıl gerçekleştirileceğine dair yaptığı yeni hesapların merkezindeymiş gibi görünüyor. Tunusluları birleştiren, kapsayıcı herhangi bir ortak ideolojiden ziyade, baskıya ve yolsuzluklara duyulan öfkeydi. Siyasi yelpazenin her iki ucuna mensup Mısırlı eylemciler, Tunus'taki devrimden önce bile model olarak İran devrimine değil muhafazakâr bir partinin modern, demokratik ve hesap sorulabilir bir devleti yönettiği Türkiye'nin yönetim biçimine gittikçe artan ölçüde dikkat çekiyordu. Mısır'da bu hafta boyunca düzenlenen büyük gösterilere katılan gruplardan birisi olan 6 Nisan Gençlik Hareketi, internet sitesinde kendini tanıtırken belli bir ideolojisi olmadığını vurguluyor: "Bizi bir araya getiren tek şey, bu ülkeye duyduğumuz sevgi ve onu daha ileriye götürme arzumuz". Kifaya (Yeter) adlı bir başka protestocu grubunun liderliğini yapan Abdül Halim Kandil, "Batı dünyasındaki insanlar, dini 'tehdit'ten söz ediyor. Şu anda nasıl bir cehennemde yaşadığımızı anlamıyorlar. Ülkemiz tıkanmış durumda ancak insanların rejime karşı çıkacak hali yok" diyor. Tunus diğer Arap ülkelerinden çok daha laik bir toplum olmasına rağmen, vatandaşlarının dile getirdiği talepler bölgedeki çoğu ülkede, hatta Kuveyt gibi petrol zengini ülkelerde bile karşılaşılan taleplerle aynı. Bölgenin birçok ülkesinde, Müslüman Kardeşler'in Ürdün'deki siyasi kolu ile Mısır'daki geleneksel muhalefet partileri gibi resmi siyasi partilerin ve örgütlerin değişimi sağlamakta başarısız olmalarından duyulan yoğun bir hayal kırıklığı var. Indiana'daki Notre Dame Üniversitesi Kroc Uluslararası Barış Çalışmaları Enstitüsü'nden Mısırlı öğretim üyesi İmad Şahin, "Tunus vakasının bizlere gösterdiği şey, tam da bu. Artık ideolojiler çağında değiliz. İdeolojilere ve İslam'ın belli siyasi yorumlarına yönelik ilgi gerçekten geride kaldı. İslamcılar da dâhil olmak üzere tüm siyasi aktörlerin ilgilendikleri ve uğraşmak zorunda oldukları daha acil konular var" diyor. Ancak bu durum, Müslüman Kardeşler benzeri örgütlerin nüfuzlarını ve destekçilerini kaybettikleri anlamına gelmiyor. Devletçe yasadışı ilan edilmesine rağmen örgütün Mısır'da, hükümetin göz yumduğu geniş bir sosyal hizmet ağı ve istediği takdirde çok sayıda taraftarını sokaklara dökebilme kapasitesi var. Fakat Müslüman Kardeşler hareketinin liderleri, her şeyden önce varlığını sürdürmeye odaklanan bir kuşağa mensup. Siyaset uzmanlarına göre bu durum, devletle çatışmaktan kaçınmak anlamına geliyor. Öte yandan bu tutum, hareketin genç üyelerinin bir kısmının örgütten ayrılmasına neden oldu. Mellici, "Hareketi terk etmeyen ve ufak tefek şeylere önem vermeden çalışmaya devam edenler, gençler. Onların kaybedecek hiçbir şeyi yok. Hükümetin hedef alabileceği bir genel merkezleri veya örgütsel yapılanmaları bulunmuyor" dedi. Tunus'taki olayların patlak vermesinden sonra görülen beklenmedik gelişmelerden birisi, ideolojik olmayan siyasi hareketlerin bir sembolü olarak kendini yakma vakalarının ortaya çıkışı. Tunus'taki devrim böyle bir umutsuzluk eylemiyle patlak verdi. Sokaklarda meyve satan bir genç, mallarına el koyan polisin hakaretine uğradıktan sonra kendini yakınca öldü. Bu eylem tüm Kuzey Afrika'ya ve Ortadoğu'ya yayıldı. Suudi Arabistanlı bir adam, ülkedeki bu türden ilk eylemde kendini yakarak öldü. Mısır'da ise en az beş kişi kendini yaktı veya yakma teşebbüsünde bulundu. Hükümet, alevler içindeki bir kişinin görüntüsünün yaratabileceği etkiyi ve yerleşik muhalefetin yapamadığını başarma ihtimali olduğunu gayet iyi biliyor: Yaygın hoşnutsuzluğu siyasi değişim yönündeki toplu bir talebe dönüştürmek. Hükümet akaryakıt istasyonlarının, arabalarıyla gelmeyenlere benzin satmasını yasakladı. Dini liderlerden, müminlere intiharın günah olduğunu hatırlatmalarını istedi ve kamu binalarının dışına yangın söndürücülerle donanmış güvenlik görevlileri yerleştirdi. Kısa bir zaman önce kendini yakan ilk Mısırlı, bunu Kahire'nin merkezindeki kamu binalarının önünde üzerine bolca benzin döktükten sonra kibriti çakarak yaptı. Güvenlik görevlileri yangın söndürücülerle müdahalede bulunmasaydı, Abdu Abdül Muneym Hamadah çok büyük ihtimalle hayatını kaybedecekti. Hamadah'ın hikâyesi, kendini yakan Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Bouazizi'ninkine şaşırtıcı ölçüde benziyor. Hamadah, İsmailiye'de küçük bir sandviç büfesi işletiyordu. Devlet bürokrasisi, ona aylık olarak verilen devlet destekli ucuz ekmek hakkını bir anda geri aldı. Hamadah'ın kendini ateşe vermesinden sonra devlet kontrolündeki basın organlarında çıkan haberlerde, bu konu yüzünden intihara meyilli olduğu söylendi. Ancak bir akrabasına göre, Hamadah'ın protestosu, ekmekten ziyade, Bouazizi'yi de kendini yakmaya sürükleyen, insanlık onuruyla ilgiliydi. Hamadah'ın, hükümetçe cezalandırılmaktan korktuğu için ismini vermeyen akrabası, "Ondan sanki bir dilenciymiş gibi söz ettiler" diyor. Akrabasının dediğine göre, Hamadah kendini yakıp ölümden dönünce hükümet ucuz ekmek hakkını ona geri vermiş. Herşeyin sonunda Hamadah'ın istediği tek şey de haklarıymış.
31.01.2011
Kaynak: Sabah – The New York Times