Efendisinin düzinelerce kölesinden yalnızca birisi idi Lokman. Derisinin siyahlığının aksine tüm aydınlığını içinde saklamıştı sanki. Diğer köleler ise tam aksine. Ne onun hikmetli sözleri ne de ağırbaşlılığı ilgilerini çekmez, sürekli yapmaları gereken işlerden kaytarmaya, kendilerini olan zamanlarını efendilerinin malı kendilerinin olsa neler yapacakları hakkında fikir üretmekle geçirirler. Lokmanı anlamak bir yana, ondaki farklılıktan rahatsız dahi olurlar. Fırsat buldukça da efendilerinin gözünden düşürmek için arkadaşlarına olmadık düzenler kurar, akla gelmedik yalanlar uydururlar.
Hep aynı geçen günlerinin birinde efendi, meyve yemek istedi ve kölelerini bağa gönderdi. Herkesi topladı. Lokman hariç topladıklarının çoğunu yediler diğerleri. Birleştirdiler kalanları ve evin yolunu tuttular.
Efendi;
Bu nedir? Akşama kadar bununla mı oyalandınız? Hepinizi cezalandıracağım diye kükredi.
Köleler:
Aman efendimiz, vallahi bizim bir suçumuz yok. Meyveleri Lokman yedi dediler.
Lokman:
Efendimiz, iznin olursa olursa yalnız görüşmek isterim.
Efendi, kabul ettiğini bildirdi teklifi, diğerlerine dışarı çıkmaları için işaret etti.
Lokman:
Efendimiz ben hiç meyve yemedim. Ama kalbinin mutmain olması için bir tedbir söylerim.
Nedir, söyle bakalım.
Ey kerem sahibi, hepimizi imtihan et. Bizlere fazlasıyla sıcak su içir, ondan sonra büyük bir sahraya götür bizleri. Sen atlı olarak koştur hepimizi. O zaman kötülük yapanı gör. Hakkın işlerini seyret.
Aklı yattı efendinin. Zaten Lokmanın yapmayacağını biliyor, lakin aklını diğerlerinin suçunu ispatlayacak çare gelmiyordu. Herkesi topladı, getirilen sıcak suyu içmelerini söyledi. Hepsi korkudan içtiler. Sonra onları ovalarda kovalamaya başladı. Koşturdu, nihayet yoruldular. Başladılar kusmaya. İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardılar. Lokmanın da içi bulandı. O da kustu. Fakat karnından halis su geldi.