Sabahlar çok güzeldir. Tüm kötülükler uykudayken erkenden uyanmak… O sessizliğin içinde dumanı tüten bir kahve yapıp, pijamalarınla belki camın kenarına, belki o en sevdiğin koltuğa oturup, yumuşacık örgü bir battaniyenin altında kahveni yudumlayıp günü karşılamak bir iki sayfa bile olsa bir kitap okumak, zira henüz kafanız dinginken orada yer alacak cümleler sizi güne hazırlar, sadece kendinizi, sorunlarınızı değil de onun çok üstünde bilgilerle hayata bakış açınız genişler. Her yeni güne, yeni kararlara ve yeni bakış açısına uyanır insan, tam da o uyanma anlarıdır bu anlar.
Evet, dün bitti. Yaptığım, duyduğum, öğrendiğim her şeye rağmen bitti ama biterken farkında olsam da olmasam da bana biraz daha lezzet kattı. Acı yemeğin bile bir lezzeti vardır, faydası vardır. Dünden beri bakışım bile değişmiş olabilir, daha anlamlanmış… Geçen hafta, o da uzak geçmişler arasında, müdahale edemeyeceğim, değiştiremeyeceğim bir yerde, o da bitti. Orada yaptığım yanlışlar ve hatalar için kendime sadece şefkat gösterebilirim. Evet yaptım! Ama geçti.
Peki geçen yıl? Geçen yılki insanla, bugünkü sen aynı mısın? Bırakın fiziksel değişimi, her yönüyle bambaşka biriyim ben. İki yıl önceki beni hiç tanımadığıma yemin edebilirim. O kadının zevkleri farklıydı, hayata bakışı, beklentileri, doyumları, her şeyi ile bambaşka biriydi. Şimdiki ben çok daha farklı. Gelişmeyi durdurursan geri gitmeye başlarsın. Geri gitmediysen bil ki ileridesindir. Daha yüksek bir standardın vardır artık, hayatın bir üst katına çıkmışsındır, daha özelsindir.
Tüketerek yaşamaktansa böyle sabahlara uyanmalı insan, sadece tüketerek, haz alarak, hedonistik zevklerle mutsuzluğunu örtmeye çalışan, ait olmadığı düşlerin hayalini kuran edilgen insanlar haline gelmek? Kaçınmamız gerekenler arasında olmalı. Telaşımızın, anksiyetelerimizin nedeni ne? Uyandığımız bu güzel sabahları farkında olmadan nasıl mahvediyoruz şimdi oraya geleceğim, bunun için ise bakın size ne anlatacağım: Sosyal medyanın bizde yarattığı nur topu gibi bir anksiyetemiz daha oldu: “Kaçırma kaygısı” diye yeni bir kaygı türedi girdi yaşamımıza. Siz uykudayken bir şeyleri kaçırdığınızı düşünüp gözünüzü açar açmaz telefonu eline alıp bakmak.
Maalesef telefonların, tabletlerin içine hapsettik hayatlarımızı, sadece Instagram’da yaşayan, orada hayat geçiren kadınlar hatta onlardan bile daha çok erkekler var. Gerçeklerden kopmuş. Elinden sosyal medyasını alsalar hayatın anlamını kaybedeceğini düşündüğüm insanlarla çevrelendik.
Mutlu olduğundan emin olmayanlar, mutluluklarının teyit edilmesine ihtiyaç duyuyor. Sizde sabah gözünüzü açar açmaz ‘ben uyurken neler olmuş’ diye sosyal medyaya bakanlardansanız size de hayırlı olsun diyorum. Girdaba girmiş savruluyorsunuz.
Sanki hayat bir panayır yeri, herkes her an eğlenmekte ve bu manzaraları sosyal medyadan ilan etmekte. Bu kadar mı? Gerçekten hayat bundan ibaret olabilir mi? Biraz derinlere açılsak mı? Sığ sularda yüzülmez zira, yürüyerek geçilir ve gidilir. Bir kaşık suda boğulmanın anlamı var mı? En azından sabahlarımızı korusak böylece duygularımızı, düşüncelerimizi temiz tutarak güne başlayabiliriz.
Katıldığım bir yoga kampında, gün doğumu ile uyanıyorduk, saat 7’de yoga yapmak için buluşuyorduk, o arada sadece meyvelerden oluşan hafif bir kahvaltı ve sonrasında yoga. Tek bir şey istenmişti bizden: Uyandığımız andan yoga bitene kadar, kimse ile konuşmamamız, birbirimize selam dahi vermememiz ve göz göze gelmememiz... Amaç; duygusal ya da enerjisel alışveriş olmadan sadece kendinde kalabilmek. (Telefonlar zaten yasaklı maddeydi.) Açıkçası hiç kolay değildi, rutininden çıkmak ve sevdiğin insan yanından geçerken göz göze gelmemek ‘günaydıınnnn’ diye cıvıldayamamak ama bunun sonu öyle güzel bitiyor ki, şöyle ki; yoga bitince, o müthiş yenilenmiş, yükselmiş enerjinizle en sevdiğinizin yanına gidip, diyemediğiniz o ‘günaydın’ın yanına bir de sarılmak ekleyip, kocaman kucaklayarak diyorsunuz. Bu öyle harika bir duygu ki… Sabahları enerjini korumak için, sadece kendinle kalmanın güzelliğini keşfetmek için sizin de bir ritüeliniz olsun. Sizin yarattığınız size özel bir ritüel.
O zaman; güzel sabahlara ve o güzel sabahlar içinden doğan, büyüyen, gelişen ve tabii ki değişen yeni ‘ben’lere uyanırsınız…