Bizi aşağıya çekmek isteyen her ne olursa olsun ondan hemen kurtulmalı ve yolumuza devam etmeliyiz. Ancak o zaman, gerçek bize yol gösterir ve ilerlememizi sağlar.
Rebecca, Alaska’nın vahşi topraklarında jeolojik araştırma yapan bir şirkete girmek için en büyük şansının, iki motorlu bir uçağı uçurmak için özel uçuş lisansı almak olduğuna karar vermişti. Birkaç gün sonra Rebecca, olabilecek en kötü durumlarda soğukkanlılığı ve sorunlarla başa çıkma tarzıyla bölgede büyük saygı gören yaşlı ve bilgili bir eski pilottan ders almaya başladı.
Rebecca’nın olağanüstü başarı gösterdiği zorunlu yer derslerinin ardından, havadaki dördüncü dersi esnasında, uçuş öğretmeni onun kasıtlı bir tehdit olarak düşündüğü bir şey yaptı; ellerini kumandadan çekti ve uçuş kontrolünü Rebecca’ya bıraktı. İşte oradaydı, tıpkı hayal ettiği gibi, ikinci pilot koltuğunda oturup kumandayı sıkıca tutarken.
Rebecca, bulutların üzerindeymiş gibi hissediyordu ta ki onu bu rüyadan uyandıracak gerçeğin farkına varıncaya dek. Rebecca, gözlerinin önündeki şeyden kurtulmak için başını sallamaya çalıştı. Ön camdan baktığında, uzaktaki bir şeyin kendisinin ne yapacağına karar verme hızından daha büyük bir hızla, ona doğru geldiğini görebiliyordu.
Uçağın yörüngesinde nereden çıktığı belli olmayan, tepesi karlı bir dağ belirdi. Rebecca, dağın azametine odaklanmış, buzlu ve dik kayalar önünde belirirken, kendisini kumanda başında donakalmış bulmuştu. Rebecca, doğrudan o dik kayalara doğru uçuyordu! Kalbine derin bir soğukluk geldi.
Bütün bunlar olurken, yaşlı ve deneyimli uçuş öğretmeni Rebecca’yı yakından izliyor, tepkilerini inceliyordu. Elbette Rebecca. Bunun farkında değildi; ancak uçuş öğretmeni kumandayı Rebecca’ya deneme amaçlı vermişti. Uçuş öğretmeni, bekleyebileceği son ana kadar bekledi; Rebecca korkunun neden olduğu bilinçsizlikten kurtulduğunda, uçuş öğretmeni kumandayı yeniden almak üzereydi. Rebecca bakışlarını dağdan uçuş öğretmenine çevirdi.
Ardından Rebecca kendisini bile ürküten titrek ve korkak bir sesle, o ana özgün gergin sessizliği bozdu. Rebecca:
“Efendim!” dedi. “Lütfen kumandayı alın. Korkarım çarpmak üzereyiz!”
Uçuş öğretmeninin verdiği yanıt onu şaşırttı. Uçuş öğretmeni sessizce:
“Hayır”,” dedi, “Kumandayı almam doğru olmaz, ne de olsa bu senin uçuşun.”
Rebecca için sağlıklı nefes almak giderek güçleşiyordu; sanki önlerindeki büyük beyaz dağın üzerinde duruyor ve oksijen yetersizliği yaşıyordu. Rebecca sesini kontrol etmeye çalışarak, uçuş öğretmenine doğru döndü ve bir soru daha sormayı başardı:
“O zaman ne yapmalıyım? Lütfen bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!”
Rebecca, uçuş öğretmeninin yüzüne baktığında hiçbir endişe ifadesi göremedi ve çok şaşırdı. Uçuş öğretmeninin soğukkanlı tavrı, Rebecca’nın sakinleşmesine yardımcı olmuştu. Rebecca derin bir nefes aldı ve yaşamının bağlı olduğu kumanda kolunu adeta boğan ellerini gevşetti. Hemen ardından uçuş öğretmeni, Rebecca’ya iki kelimelik bir komut verdi. Artık Rebecca her şeyin yoluna gireceğini biliyordu. Uçuş öğretmeni yalnızca şunları söylemişti:
“Yüksekliğini değiştir”
Rebecca’nın zihni, bu konuda “Elbette” diye yanıt verdi ve göz açıp kapayıncaya kadar Rebecca’nın elleri kumandayı kuvvetli bir biçimde geriye çekti, uçak yükseldi ve birkaç saniye içerisinde buzlu tepeleri geride bıraktı.
Yaptıkları sonucunda kurtulan Rebecca, koltuğunda dururken aynı anda iki şeyin şaşkınlığını yaşıyordu: Kumandanın ellerinde olduğunu nasıl unutmuştu ve en az bunun kadar önemlisi, neden bunu kendi başına anımsayamamıştı? Rebecca, beş bin metre yükseklikte uçarken günün dersini asla unutmamak için sessiz bir iç çekti: “Rebecca kendi yüksekliğini seçebilirdi.”
Bu kısa gerçek hikaye, size ait olan ancak bir nedenle unuttuğunuz ya da kaybettiğiniz belirli bir manevi gücü size anımsatıyor mu? Anımsatmalı. Neticede kaçımız, aslından daha büyük görünen ve istenmeyen olaylara korkarak bakıyor, kontrolden çıkmış hissediyor ve kaçınılmaz bir çatışma gibi görünen şeye doğru ilerliyor? Kendi iç sesimizi dinlemek, kendi bilincimizin kumandasını elimizde tutmak ve yükselerek kendimizi kurtarmak hoş olmaz mıydı? Hangi nitelikte olursa olsun bir sorun dağını sessizce izlemek, zarar görmeden üzerinden geçmek ve hatta daha yükseklerdeki mutluluk gökyüzüne ulaşmak? Bunu nasıl yapacağımızı öğrenebiliriz.
Bizi aşağıya çekmek isteyen her ne olursa olsun ondan hemen kurtulmalı ve yolumuza devam etmeliyiz. Ancak o zaman, gerçek bize yol gösterir ve ilerlememizi sağlar.
Farkında olalım ya da olmayalım, tutumumuz yaşamımızın yüksekliğini belirler. “Alçak” yaşam, varsayılan yaşamdır. Yerçekimi yere düşeceğimizi garanti eder. Yükseklere çıkmak istiyorsak, önce yükselme isteğine sahip olmalıyız. Kendimizi karanlıklardan arındırma gücüne eriştirmek için, gerçekte kim olduğumuzu – gerçek doğamızı – onu sınırlayan düşünceler ve duygular arasındaki – ilişkiyi anlamamız gerekir ve bunun için gökyüzünde kanat çırpan kuşları kendimize örnek alabiliriz.
“Bir kez deneyin, kaybedecek hiçbir şeyiniz yok.
Eğer ki işe yararsa, her şey sizin olacak!
Bilin ki her zaman başarı size bir adım uzaklıkta.”
“Mustafa Kılınç”